Bir Mısrayla Birlikte

Eser Köker

Yıllar önce Funda Tuğrul, Uçan Süpürge için bir tarihsel almanak hazırlamaya koyulduğunda benden de bir yazı istemişti. Yazamadım ama aklım o yazılmamış yazıda kaldığı kadar Funda’ya verdiğim sözü yerine getirememenin suçluluğunda da boğuldu. Dilek, bu yılki Kadın Filmleri Festivali’nin üst başlığını söyleyip katalog için bir yazı yazmamı istediğinde, yazamadığım yazının son satırına yerleştirdiğim dizeyle yeniden karşılaşmış gibi oldum. Dilek Metin Sert’e, Füruğ Ferruhzad’ın Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla şiirinin iki mısrasını festivalin başka bir yılı için hazırlanan bir kataloğa yazdığım bir yazının başlığına, biraz esintili bir deyişle zaten yerleştirmiştim demekten kaçındım, ancak bu küçük yazıyı yazmaktan kaçamadım.

Ne vardı bu şiirde hepimizi böyle etkileyen, belki başlangıçlara belki prelüdlere olan yatkınlık, henüz olmamış olana belki de hiç olmayacak olana yatkınlık, yeniden başlamaların esrikli haline, hayali olanına, cinli cadılı haline yatkınlık…

Kuşağımdan pek çok kadın gibi ben de iyi filmlerin peşinde koşmayı İstanbul Film Festivali aracılığıyla öğrenmiştim. O her şeyin değişmesinin mümkün olduğuna inanılan yıllarda, yani 1980 öncesinde, Beyoğlu sinemaları arasında mekik dokuyup “iyi film” peşinde koşarak, çocukluğumuza ve ergenliğimize taht kuran Yeşilçam-Hollywood filmlerinin yerine başka filmleri keşfetme şenliğinde; matinelere, suarelere sığmayan birlikteliklerin tanıttığı ülke sinemalarını ve yönetmen filmlerini öğreniyorduk. Öğrenmenin hazzına kapılanların çok uzağa gitmesine gerek yoktu, Sıraselviler’deki Sinematek her zaman oradaydı.

Askeri darbe sonrasının Ankara’sında, yine çok şey öğrenirken, kadın yönetmenleri önemsizleştirerek, hikâyelerini küçümsemenin binbir yolunu bularak sinemada biriken kadın emeğini tarihselleşmekten alıkoyan eril bakışın, yukarıda andığım iyi filmler içine dâhil edilmeyen “kadın filmleri” diye aşağı bir tür icat etmeye yöneldiğini nasıl fark etmezdim, İLEF’teydim. Sinema salonu ile aynı katta… Kadınların sinemasına ilişkin kuramsal tartışmalar kadın izleyici pratikleri üzerinde yapılan araştırmalarla çoğalırken, eleştirel okullar karşı sözü üreten deneyimleri arttırma peşindeydi. Eisenstein’ın kızkardeşleri yıllarca kurgu odalarında boşuna ter dökmemişti, orada biriktirilen emek parça pinçik edilmek suretiyle bambaşka sinematografik anlatımlara kavuştu. Alice Guy’ın lahanalarında masalların filmlerde nasıl ters yüz edildiğine dair bir anlatım buldular. Beyaz kadına tecavüz sahnelerinin hükmü kalmamıştı, zaten o ulus da hiç doğmamıştı. Evdeki şiddetin sinemadaki izdüşümü tecavüz anlatıları katmanlaşırken, kadınların filmlerdeki yol hikâyeleri kurtuluş hikâyelerine karışırken, Camille Claudel’in biyografik filminde seyrettiğimiz gibi uzlaşamama mekânlarında, yani tavan arasında da akıl hastanesinde yok edilen öfkenin görsel ifadeye muhtaç olduğunun tespiti, sözü ne sinema salonuna ne de üniversitelere bıraktı, kadın film festivali diye buluşma ortamını da yeniden yarattılar.

İyi filmleri festival aracılığıyla öğrenen ve kadınların sinemasına yürekten bağlanan biri, Ankara’daki ilk kadın filmleri festivalinden, o şenlikli başlangıçtan uzak kalabilir miydi, kalamadı zaten. Kadın filmleri festivalinin ikincisinden itibaren, birlikte çalışmaktan gönendiğim genç kadınlarla birlikte, afişlerdeki yönetmen kadının yerini tayin etmek için saatlerce çalıştık, kadın elleriyle kamera demenin envai çeşit görüntüsünü çıkardık, alt yazılar yazdık, tartışma ve söyleşi programları hazırladık, film prodüksiyonu bile yaptık, hep son dakika hallolan işlere birlikte şaşırdık. Feminist filmleri keşfettik, emeğimizin tüm mutfak işleri görünmez kılınmasına üzüldük, hayal kırıklığına uğradık, toplantılarda en sevdiğimiz film sahnelerine birlikte gülünce şenlendik. Kadın kamusallığının bir parçası oldu kadın filmleri festivali, feminist film üzerine düşünmenin de farklı kadınlık deneyimlerinin tartışılması için bir zemin oluşturdu. Kadın kitapevleri, kadın yayınevleri, kadın yazar evleri gibi onlarca kamusal konuşma patikasının yanına eklendi. Farklı feminist deneyimler üzerine düşünme imkânı yarattı.

Ankara’da genç kadınlar, 27 yıldır yaratmaya devam ediyorlar. Ancak şair ne diyor: “Sonra öğrendik ki dünya yuvarlak, kaldık.”

Bütün kalışların içine yığılan küskünlüklerin, hayal gücü eksikliklerinin, içinden kendini oymaların, savrulmaların yerleştiğini düşünsek de, bir uçuş zamanında bir yerde olmak kadar anıları billurlaştıran başka bir şey olmasa da, o an orada olmak, o el yordamı ile keşfetmek, birbirinin hatasını örtmek kadar karanlık salonlarda yüzlerce kadın hikâyesiyle coşmak kadar güzel bir ortaklık hali zor bulunsa da, geçen otuz yıla yakın zaman içinde feminizmler iyi ki çoğaldı. Birbirine deneyim aktarmada zorlanan kadın özgürleşmesinin kuşaklara / dalgalara bölünerek çoğalması, dalgaları aşmak uğruna dökülen gözyaşlarının aşka bulanması, üniversite ile kadın hareketinin yanyanalığının sekteye uğraması gibi onlarca neden sayabiliriz ama nihayetinde dünya yuvarlak…

Eğer genç kadınların yaratıcı emeği olmasaydı, ben hatırlayamazdım. Benim için hep genç kalacak olan Funda Tuğrul, Pembe Behçetoğulları, Sevilay Çelenk ve Ürün Güner temsili ortak bedeninde bir uçuş momenti yaratan genç kadınlarla birlikte o dizeyi söyleyebiliyorsak çok yakında, 20. yüzyılın başında İzmir’den Filistin’e giden bir geminin kaptanı Ayşe Hanım’ın düşlerini konu alan animasyon filmini de, Kürt Kadın Hareketi’ne dair belgesel bir filmi de, Gani Met’in biyografik filmini de, Suriye’de Esat rejimi tarafından kaybettirilmiş karısını aramak için İstanbul’da kalakalmış sosyalist bir üniversite hocasının, mesleği elinden KHK ile alınmış bir feminist ile karşılaşmasını anlatan dramatik filmi de seyretmemiz yakındır.

O zamana kadar “Sen Uçuşu Hatırla.”

Mavi Körfez Ferry, Üçkuyular-Bostanlı
Nisan 2024

Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali

Film Bilgileri

İletişim Bilgileri

+90 (312) 426 9712

Uçan Süpürge © 2024 Created by sarbend

tr_TRTürkçe